Post by sunny on Apr 12, 2018 6:49:17 GMT 3
.
Başlığa müsaadenizle bir soru ile başlayayım.
Aylaklık “hiçbirşeyi” mi , yoksa sadece “gereksizi yapmamak” mıdır ?
Eğer sorunun ikinci maddesini olumlu cevapladıysanız, buyurun başlığa hoş geldiniz...
Bu topraklarda yaşayanların aylaklığa yatkın olmadığını söylemenin pek isabetli olmadığı üzerine hemfikir olmalıyız?
Ama diğer taraftan ne kadar paradoks gelse de, bütün Balkanları ve toptan Arap dünyasını içine alan geniş bir yelpazenin en çalışkan sakinlerinin bizler olduğu da su götürmez olmalı ? Ayrıntıya girmeden söyliyeyim. Avrupa’ya aracınızla çıkarken ya da dönüşte gözucuyla da olsa etrafa bakmanız yeterli olmuyor mu ?
Ne sosyalist baskıyla oluşturulmuş alt yapı ne de AB hibeleri, gururlu alın terinin yerini tutmamalı ?
Kısaca hem çalışmaktan hem de çalışmamaktan gocunmamak, bir toplum için, övünesi bir çifte kabiliyet olmalı ?
Düşünün Almanlar ya da Yunanlar sadece birini başarabiliyorlar. (Yunanlılar yanlış bir deyim. Almanlılar demek gibi. Herneyse konuyu TDK’ya bırakalım)
Gerçi paragraf da biraz klişe oldu ama..
Peki aylaklığın motokaravanla ne ilgisi mi var ?
Eğer aylaklık “seçici bırakma, yapmama” ise gittiğimiz yerlerde tarih, kültür arkasından soluk soluğa koşmak yerine, bir cafe’de gelip geçeni, sevdiği içeceğini yudumlarken seyretmek, aylaklığın taa kendisi olmalı ? Ülkeleri tanımak tabii ki onların tarihini, kültürünü bilmekten geçer ama o kadar da akademik olması zorunlu mu Allah’ın aşkına ? Her yapının Barok mu Gotik mi olduğu, ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı mı önemli yoksa, sadece mimarisinin havasını içine çekmek, o ülkenin şarabının kalitesi, sokaklarının ruhu, insanlarının rengi mi daha ilginç ? Zaten kültürü de onlara sinmiş oluyor..
Bir de üstüne üstlük, içimiz dışımız turizm endüstrisinin metazori klişeleri ile dolu. Mesela bence gerçek Paris’i göreceğiniz en isabetli yer, Eifel kulesine çıkmak olmalı. Neden mi ? Bütün Paris’te kulenin görülmediği tek yer kulenin kendisi de ondan. Biraz düşünün Paris’in ruhuna bu kadar aykırı bir yapının arkasından koşmanın, özgür seçimimizle ne alakası var ? Neyin önemli olduğuna serbest irademiz mi karar veriyor yoksa tüketim değerleri mi ?
Çin seddi mi daha ilginç ve keyifli, yoksa İlkbaharda Kapadokya’da salınarak gezinmek mi ? Özgür iradenizle Çin seddi de ilginç diyorsanız tamam o zaman denecek bir şey yok. Ne yapacağımıza devamlı başkalarının gözüyle karar vermenin saygınlığı üzerine sizleri bilmem ama bence haklı şüphelerim var...
Konakladığımız ülkelerde, prospektlerdeki gitmediğimiz yerlerleriyle ilgili suçluluk duyuyorsak, yanlış giden birşeyler olmalı ?
Kahveyi seviyoruz iyi ama kuzu kuzu ocakta pişirmek yerine o koca elektrikli aleti motokaravana almanın mantığı ne ? Aylaklık kendimize dönmek, kendimizle baş başa kalmaksa, aslında kahveyi o aletle yapmak değil, yapmamak aylaklık. Hem de aktif caba isteyen, sonuçta iyisi ve kötüsüyle kendimizi de kattığımız bir uğraşı. Eh keyfi de ona göre, çünkü kahveden önce halis kendimizi içiyoruz. Bundan keyiflisi olur mu ?
Belki aylaklığı sözlük anlamından saptırdığımı düşünüyorsunuz. Olabilir.
Ama umarım yine de kabul edersiniz ki, tüketim toplumunun değiştirdiği bu kişiliğimiz ile gerçek aylaklığın keyfine varmak için, çalışmak hatta çok çalışmak gerekiyor...
Aylaklık için çalışmak...
Ne dersiniz, traji komik değil mi ?
Başlığa müsaadenizle bir soru ile başlayayım.
Aylaklık “hiçbirşeyi” mi , yoksa sadece “gereksizi yapmamak” mıdır ?
Eğer sorunun ikinci maddesini olumlu cevapladıysanız, buyurun başlığa hoş geldiniz...
Bu topraklarda yaşayanların aylaklığa yatkın olmadığını söylemenin pek isabetli olmadığı üzerine hemfikir olmalıyız?
Ama diğer taraftan ne kadar paradoks gelse de, bütün Balkanları ve toptan Arap dünyasını içine alan geniş bir yelpazenin en çalışkan sakinlerinin bizler olduğu da su götürmez olmalı ? Ayrıntıya girmeden söyliyeyim. Avrupa’ya aracınızla çıkarken ya da dönüşte gözucuyla da olsa etrafa bakmanız yeterli olmuyor mu ?
Ne sosyalist baskıyla oluşturulmuş alt yapı ne de AB hibeleri, gururlu alın terinin yerini tutmamalı ?
Kısaca hem çalışmaktan hem de çalışmamaktan gocunmamak, bir toplum için, övünesi bir çifte kabiliyet olmalı ?
Düşünün Almanlar ya da Yunanlar sadece birini başarabiliyorlar. (Yunanlılar yanlış bir deyim. Almanlılar demek gibi. Herneyse konuyu TDK’ya bırakalım)
Gerçi paragraf da biraz klişe oldu ama..
Peki aylaklığın motokaravanla ne ilgisi mi var ?
Eğer aylaklık “seçici bırakma, yapmama” ise gittiğimiz yerlerde tarih, kültür arkasından soluk soluğa koşmak yerine, bir cafe’de gelip geçeni, sevdiği içeceğini yudumlarken seyretmek, aylaklığın taa kendisi olmalı ? Ülkeleri tanımak tabii ki onların tarihini, kültürünü bilmekten geçer ama o kadar da akademik olması zorunlu mu Allah’ın aşkına ? Her yapının Barok mu Gotik mi olduğu, ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı mı önemli yoksa, sadece mimarisinin havasını içine çekmek, o ülkenin şarabının kalitesi, sokaklarının ruhu, insanlarının rengi mi daha ilginç ? Zaten kültürü de onlara sinmiş oluyor..
Bir de üstüne üstlük, içimiz dışımız turizm endüstrisinin metazori klişeleri ile dolu. Mesela bence gerçek Paris’i göreceğiniz en isabetli yer, Eifel kulesine çıkmak olmalı. Neden mi ? Bütün Paris’te kulenin görülmediği tek yer kulenin kendisi de ondan. Biraz düşünün Paris’in ruhuna bu kadar aykırı bir yapının arkasından koşmanın, özgür seçimimizle ne alakası var ? Neyin önemli olduğuna serbest irademiz mi karar veriyor yoksa tüketim değerleri mi ?
Çin seddi mi daha ilginç ve keyifli, yoksa İlkbaharda Kapadokya’da salınarak gezinmek mi ? Özgür iradenizle Çin seddi de ilginç diyorsanız tamam o zaman denecek bir şey yok. Ne yapacağımıza devamlı başkalarının gözüyle karar vermenin saygınlığı üzerine sizleri bilmem ama bence haklı şüphelerim var...
Konakladığımız ülkelerde, prospektlerdeki gitmediğimiz yerlerleriyle ilgili suçluluk duyuyorsak, yanlış giden birşeyler olmalı ?
Kahveyi seviyoruz iyi ama kuzu kuzu ocakta pişirmek yerine o koca elektrikli aleti motokaravana almanın mantığı ne ? Aylaklık kendimize dönmek, kendimizle baş başa kalmaksa, aslında kahveyi o aletle yapmak değil, yapmamak aylaklık. Hem de aktif caba isteyen, sonuçta iyisi ve kötüsüyle kendimizi de kattığımız bir uğraşı. Eh keyfi de ona göre, çünkü kahveden önce halis kendimizi içiyoruz. Bundan keyiflisi olur mu ?
Belki aylaklığı sözlük anlamından saptırdığımı düşünüyorsunuz. Olabilir.
Ama umarım yine de kabul edersiniz ki, tüketim toplumunun değiştirdiği bu kişiliğimiz ile gerçek aylaklığın keyfine varmak için, çalışmak hatta çok çalışmak gerekiyor...
Aylaklık için çalışmak...
Ne dersiniz, traji komik değil mi ?